10 Ocak 2017 Salı

Gezi Stajı


Bu yıl gezi stajımı Kapadokya'yı gezerek tamamladım.


şekil:1 Tuz Gölü
  • 1. Gün (12 Ağustos 2016)
Kapadokya yolculuğumun ilk günü Nevşehir'e varmadan Ankara'nın güney sınırında yer alan Şereflikoçhisar'da mola verip Tuz Gölü üzerinde yürümeye başladım. Tuz Gölü; genişliği 100 metre, uzunluğu 80 metre ve derinliği 2 metreyi geçmeyen bir gölmüş. Güney ve batıdan gelen akıntılarla birlikte bu göle, Şereflikoçhisar'dan Peçenek Çayı, Aksaray'dan ise Melendiz Çayı akmaktaymış. Türkiye'nin en büyük gölü olup  % 40 oranında tuza sahip imiş. Yazları ise suyun buharlaşması sebebi ile insanların ziyaret edip üzerinde çıplak ayakla gezindiği bir yer halini almış. Ancak işlenmemiş tuz olduğundan dolayı cildi tahriş edip yakmaması için çıkışta elimizi ve ayaklarımızı yıkayabileceğimiz yerler bulunmaktaydı. Tuz gölünün bazı kısımlarının ise pembemsi renkte olduğunu gözlemledim. Bu duruma da su yosunları (alg) sebebiyet vermekteymiş.


şekil:2


şekil:3


Kapadokya'ya giriş yapmadan önce Aksaray çevresinde bizi iki dağ karşıladı. Bunlardan biri
3268 metre yükseklikteki Hasan Dağı ve 2898 metre yüksekliğindeki Melendiz Dağı. Ayrıca Türkiye'nin en büyük 4. dağı olan 3916 metre yüksekliğindeki Erciyes Dağı da çok net olmasa da gözüküyordu. Bu dağlar 25 milyon yıl önce aktif  yanardağlar imiş. Bu dağların volkanik patlamaları sonucu 20 bin kilometre karelik alan (Aksaray, Niğde, Kayseri, Nevşehir) lavlar ile kaplanmış. Volkanik aktivitelerin sonucunda iki temel kayaç türü ortaya çıkmış; bazalt ve tüf olmak üzere. Tüf volkanik küllerin toprakla karışması sonucu oluşmuş. Bazalt ise tüfe göre daha sert ve daha koyu renkte. Peribacalarının şapkasını da bazalt oluşturmakta imiş. Daha sonra lavlar soğumaya başlamış. Bu şekilde volkanik faaliyetler duraklayıp devam ettikçe farklı katmanlar oluşmuş. Sonra, yağmurların aralıksız yağdığı çağ gelmiş ve bu dönemde metorolojik olayların sonucu olarak (rüzgar, kar, yağmur, dolu vs.) erozyon başlamış ve peribacası şekli ortaya çıkmış. Peribacaları üzerinde kırmızı, sarı, açık yeşil olmak üzere farklı renkler görüyoruz. Sebebi ise volkanik faliyetlerin farklı zamanlarda soğuyup farklı minerallerle farklı renkler oluşturmasından kaynaklanıyor imiş. Demir, kırmızı; bakır, açık yeşil; kükürt ise sarı rengi veriyor imiş.

şekil:4 Ihlara Vadisi
Ihlara Vadisini gezmek için Aksaray'da durduk. Bu vadi, volkanik Hasan Dağı'nın biçimlendirmesi sonucu ile oluşmuş. Tüften oluşan katmanı, Melendiz Çayı'nın oyması ile de derinlik kazanmış. Dünyanın ikinci büyük kanyonuymuş ancak içinde insan barınan en büyük kanyon olma özelliğini taşımaktaymış. Ihlara Vadisi'nin eski ismi Peristremma imiş. 14 km uzunluğundaki bu vadide 105 adet kilise ile 10 bin civarında kaya oyma mekan bulunurmuş.

şekil:5 Melendiz Çayı
4.yy'dan itibaren önemli bir manastır merkezi haline gelmiş. Keşişler ve rahipler tarafından oldukça uygun bir inzivaya çekilme alanı olmuş. Yüksekliği 250 metreye kadar çıktığı için korunaklı ve sakin bir yer olma özelliği kazanmış ayrıca Melendiz Çayı'nın da verdiği bir diğer katkıyla çok fazla medeniyet tarafından tercih edilmiş. Hristiyanlığın yayılmaya başladığı dönemlerde okuma yazma oranının düşük olması sebebi ile dinin yayılması zor bir hale gelmiş. Bu sebeple dini yaymak için insanlar kayaları oyarak oluşturdukları kiliselerde; İsa'nın hayatını, İncil'deki konuları, din büyüklerini resimlerle anlatmışlar.

şekil:6

şekil:7


Ben bu vadide bulunan iki kiliseyi gezdim. Kiliselerin oyulduğu dönemler kesin olarak bilinmemekle birlikte dönemini, 9-11. yüzyıl arasında tarihlendirmişler. Bununda sebebi, kilise içlerindeki fresklerden dolayı imiş. Alçıyı sıcak haldeyken duvara sürüp alçı daha kurumadan kök boyalarla alçı üzerine şekiller çiziyorlarmış. Alçı ile kök boya birlikte kuruduğu için alçı, kök boyayı emermiş. Böylelikle yüzyıllar boyunca bu resimler günümüze kadar geliyormuş. Ancak nem alırsa veya tahrip edilirse bu freskler düşermiş.

8. 9. yüzyılda gerçekleşen ikono kırıcılık (ikonoklazm) dönemde dini şahsiyetlerin resmedilmesine ve bu resimlere tapılmanın yasaklanmasıyla birlikte, kiliselere resmedilen kişilerin özellikle yüz bölgesi tahrip edilmiştir. Buradaki kiliselerde de bunun izlerini görebiliyoruz.

şekil:8 Ağaçaltı Kilisesi



şekil:9 Müjde Sahnesi
şekil:10 Doğum Sahnesi
İlk girdiğim kilise olan Ağaçaltı Kilisesi, 
serbest haç plana sahipti ve ana mekan yüksek kasnaklı bir kubbe iken haç şeklindeki kolları beşik tonozla örtülüydü. Kilisedeki fresklere baktığımızda şekil:9'daki fotoğrafta  müjde sahnesini görüyoruz. Bu sahnede Cebrail Aziz Meryem'e evlilik öncesi bir çocuğunun olacağını onunda peygamber İsa olduğunu müjdeliyormuş. Şekil:10'daki sahne ise doğum sahnesi imiş. Bu sahnede de Hz. İsa bir ahırda doğuyor ve yanında bulunan eşek ile boğa da onun üşümemesini sağlıyormuş. Bir de bu sahnede Yusuf düşünceli olarak resmedilmiş.

şekil.11 Üç Müneccim
 Üç müneccim sahnesi (şekil:11) ise bu kiliseyi önemli kılan tasvirlerdenmiş. Bu üç müneccim kral, kutup yıldızını izleyerek Hz. İsa'nın doğduğu ahırı bulup ona üç hediye sunmuşlar. Bu üç hediye; altın, bal mumu ve tütsü imiş. Altın, Hz. İsa'nın değerini, bal mumu, onun dayanıklılığını, tütsü ise onun ruhane yönünü simgeliyormuş. Önemli olan nokta ise burada tambur tutmuş ve Persliler gibi giyinmiş şekilde tasvir edilmiş olmalarıymış. Çünkü bu yönüyle bu kilisenin özellikle renkleri ve motifleriyle doğu etkisinde olduğu düşünülmekteymiş.

şekil.12 Mısır'a Kaçış

Yandaki fotoğraf ise, Mısır'a kaçış sahnesini anlatmaktaymış. Yahudi kralı, Üç Müneccime İsa'nın öldürülmesini emrediyor ancak üç müneccim İsa'yı bulmasına rağmen onun yerini söylemiyorlar ve kral da 0-3 yaş arasındaki bütün çocukların öldürülmesini emrediyor. Bunun üzerine İsa'yı güvende tutmak için Meryem ve Joseph onu Mısır'a kaçırıyor imiş.




şekil:13 Hz. İsa'nın göğe yükselişi


Hz. İsa'nın göğe yükseliş sahnesinde ise İsa bir eliyle kutsal kitabı tutarken diğer bir eliyle de teslis inancının işaretini yapıyor. Bu işaret, baba-oğul-kutsal ruh üçlemesini ifade etmekteymiş.

şekil:14

















şekil:15 Yılanlı Kilise
şekil:16  'İnanç cennetin anahtarıdır'
Gezdiğim bir diğer kilise ise, Yılanlı Kilisesidir. Bu kilise, serbest Yunan Haçı planı şeklinde tasarlanmıştı. Beşik tonozlu bir nartekse sahipti. Narteksin kuzey kısmında enlemesine dikdörtgen planlı bir mezar şapeli vardı. Tek apsise sahip bir kilise. Anahtar şeklinde bir açıklığa sahip. Burada da 'inanç cennetin anahtarıdır' diye sembolizm yapılıyormuş.
Bu açıklığın alt kısmında İsa'nın son akşam yemeği tasvir edilmiş. Yahuda'nın suratı şeytan şeklinde resmedilmiş. İsa havarilerinden birinin ona ihanet edeceğini biliyordur ve ona bu kişinin kim olduğu sorulduğunda 'yemekten önce ya da benimle aynı zamanda kim masaya uzanırsa odur' diyerek cevap vermiştir. Bu tasvirde de Yahuda'nın sofraya uzandığını görüyoruz. Yahuda, ben meydanda kimse sarılıp yanağından öpersem o İsa'dır diyerek onu ihbar etmiştir. Bunu 30 gümüşlük para karşılığında yapıyor ancak sonradan vicdan azabı çekip kendini bu para ile aldığı erguvan ağacına asıyor. Erguvan ağacının da mordan kırmızı renge çalmasının sebebini de buna bağlıyorlar. Kimi yerde de bu ağaca Yahuda Ağacı bile denilmekte imiş.


şekil:17
Yandaki resimde (şekil:17) Sivas'ın kırk şehiti diye adlandırılıyormuş. Kendileri Hristiyan oldukları için göle atılıp öldürülmüş. Bu kilisenin ise neden Yılanlı Kilise olarak adlandırıldığına geldiğimizde, bunun sebebinin kilisenin içinde bulunan yılan figürlü fresklerden dolayı olduğunu görüyoruz. Bu duvarda yılanlar tarafından saldırıya uğramış dört kadın bulunuyor. Birinci kadın, çocuklarını terkeden bir kadın ve sekiz yılan tarafından saldırıya uğrayıp her yerinden ısırılmış. İkinci kadın, çocuklarını beslemediği için iki yılan tarafından göğüslerinden ısırılmış. Üçüncü kadın, iftirada bulunduğu için dilinden ve dördüncü kadın da itaatsizliğinden dolayı kulaklarından yılanlar tarafından ısırılarak cezalandırılmışlar.


şekil:19 Apsis
şekil:18 Mezar Şapeli


























şekil:21

şekil:20


















şekil:22






















şekil:23 Narlıgöl Krater Gölü
  • 2. Gün ( 12 Ağustos 2016 )
Yeni gündeki gezimize diğer bir adı Acıgöl olan Narlıgöl Krater Gölü'nün manzarasını izleyerek başladık.  Bu gölün etrafı dağlarla çevrili ve Kapadokya'nın ortasında yer alıyor. Deniz seviyesinden yüksekliği 1365 metre imiş ve en derin noktası 50 metreyi buluyormuş. Narlıgöl; sodyum, bikarbonat, kalsiyum açısından çok zenginmiş. Göl kıyısındaki sondaj kuyusundan 65 derece sıcaklıkta su çıkartılıyormuş. Bu termal suyun başta sedef olmak üzere birtakım cilt hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor.  Bu sebeple göl girişinde oteller yer alıyor. Son zamanlarda ise suyun çekilmesi sebebi ile Narlıgöl kalp şeklini almaya başlamış.


şekil:24 Narlıgöl (Acıgöl)

























Bu güzel manzaranın ardından Derinkuyu Yeraltı Şehrine doğru yola çıktık. Derinkuyu İlçesi adını bu yeraltı şehrinden almış. Bir çoban buralarda dolaşırken 1968 yılında tesadüfen burayı buluyor ve kazılarla bu yeraltı  şehri keşfediliyor. Bu bölgede birçok yeraltı şehri bulunuyormuş ve hepsinin de birbirlerine yeraltı tünelleriyle bağlandığı söyleniyormuş. İki büyük yeraltı şehirleri arasında (Kaymaklı ve Derinkuyu Yeraltı şehirleri) tünel olduğu kanıtlanmış.

Yeraltı şehrinin ilk katmanı Hititler tarafından mağara şeklinde kazılmış. Daha sonraları Romalılardan kaçan Hristiyanlar buradaki yerleşimleri görüp onlar da yeni bir katman oluşturmuş. Her medeniyet ihtiyaç duydukça yeni bir katman oluşturmuş ve böylece yeraltı şehirleri oluşmuş. Derinkuyu Yeraltı Şehrine girmeden havalandırma dikkatimizi çekti. Düşmanlar bu yeraltı şehirlerini keşfetmesin diye havalandırma bacaları açıkta bırakılmaz ve üzerine masif kayalar örtülürmüş. Üzerine kayalar örtülse bile dikey kanallar sayesinde havalandırma sağlanıyormuş. 57 m yüksekliğinde akslar var ve asansör görevi görüyormuş. Yükler taşınıyormuş. Bu yeraltı şehrinin %20'sinin kazıldığı söylenmekte imiş. Biz bu %20'lik kısmı gezdik.

şekil: 25 Derinkuyu Yeraltı Şehri

şekil:26 Ocak
Tüf kazılması kolay olduğu için, nüfus artıkça daha çok yer kazmışlar ve tüneller aracılığıyla evler arasında yolculuk ediyorlarmış. Ancak bu tüneller oldukça dar ve alçak. Bu şekilde düşmanların ilerleyişini yavaşlatmış oluyorlarmış. Bununla birlikte taş sürgü kapılar yapmışlar. Bu kapılar tek taraflı açılıp kapandığı için, düşman geldiği esnada tüneller bu kapılarla kapanıyor ve böylece düşmanlar ilerleyemiyormuş.


8 katlı olan bu yeraltı şehrinde mutfak, erzak depoları, şırahaneler, kiliseler, mezarlıklar, oturma yerleri bulunuyor.  Mutfağın orta kısmında bir ocak bulunuyor. Yemek toprak kaplarla burada pişiriliyormuş. Baca olmadığı için tavan kapkara idi. Bunun da sebebi; eğer baca olsa idi, duman dışarı çıkar ve böylece düşmanlar burada bir yerleşim olduğunu öğrenebilirdi.

şekil:27 Mutfağın tavanı, kapkara
şekil:28 Erzak deposu


Erzak depoları ise yaz kış aynı sıcaklığa (15-18 derece) sahip. 8 ay boyunca yiyecekler taze bir şekilde saklanabiliyormuş. Çukur alanlarda ise, testilerde (amphoralar) su,şarap vs. gibi sıvılar bulunuyormuş ve devrilmesin diye çukurlara yerleştirilirmiş.(şekil:29)





şekil:29  Amphora


şekil:30 Tünel
şekil:31 Oldukça dar ve alçak ünel


Tünelleri yandaki şekillerde görebiliyoruz. Bu kadar dar tünellere, düşmanlar kalkan ve kılıçlarıyla giremiyor. Ayrıca tünellerde delikler var. Buralardan ok ve mızrak atılıyor.








şekil:32 Sürgü taş kapı
şekil:33 Su kuyusu
Su kuyusu ise, savaşma amaçlı ve 30 metre derinliğe sahip. Kullanılan su ise en alt katta bu yüzden de zehirlenme ihtimali yok burada yaşayanların ve 57 metre derinliğe sahip olduğu için de adını da buradan almış.. (Derinkuyu)


Alttaki fotoğraf ise kiliseye ait. Kilise, hac plana sahip ve en son katta olmasının sebebi de yine savunma amaçlı. Erkekler düşmanlarla savaşırken, kadınlar ve çocuklar dua ediyormuş.


şekil:34  Kilise





























şekil:35 Havalandırma

şekil:37 Yaşama biriminden bir kapı
şekil:36














şekil:38 Yaşam alanı, ahır

şekil:39 Hayvanların bağlandığı
oyuklar



Yaşama alanında, hayvan postları yerlere seriliyormuş ve yaşama alanlarına ahırlar çok yakınmış veya aynı ortamda durulurmuş. Çünkü böylece hayvanın ısısından yararlanıyorlarmış. Bu kısımlarda hayvanları bağlamak için kayaya oyuklar açılmış. Ayrıca hayvanlar çok dar tünellerden geçemeyeceği için, onlar için ayrı giriş-çıkışlar oluşturulmuş ve bu alanlar yeryüzüne daha yakın yakın yerlermiş.











şekil:40 Şırahane
şekil:41 Üzümlerin ezildiği yer




Şaraphane (şırahaneler), burada kadınlar ayakları ile üzümleri ezdikten sonra fermante ediliyormuş. Daha çok beyaz şarap yapıyorlarmış çünkü kiliselerde ayin sırasında beyaz şarap içiyorlarmış.










şekil:42 Vaftiz çukur

şekil:43 Eğitim alanı
şekil:42'deki çörtenden su akıyormuş ve burada vaftiz edilirmiş çocuklar. şekil:43 ise, derslerin verildiği kısım. Orijinal değil, iki yıl önce sağlamlaştırılmak için yapılmış. Oturma yerleri var ve eskiden ortada büyük bir masa varmış. Karşısında küçük bir şapel var ve solda da öğrenci odaları bulunuyor (medrese gibi)










  • 3. Gün  (13 Ağustos 2016)

Bugünkü gezimize  19. ve 20. yüzyıl başında Kapadokya'nın en gelişmiş merkezlerinden birisi olarak kabul edilen Mustafapaşa Mahallesini gezerek başladık. Mustafapaşa, Ortaçağ'dan yirminci yüzyıl başına kadar Sinasos olarak anılmış. Bu ismin, Doğu tanrı isimleri olan Sin ve Assos kelimelerinden geldiği düşünülüyormuş. Bugünkü ismini ise, 1920'de köye su getiren ve çeşme yaptıran Mustafa Paşa'dan almış. Burada Müslüman ve Hristiyan halk birlikte yaşamış. Bu sebepten ötürü de buradaki kamu yapıları, diğer yerleşim yerlerine göre daha fazla çeşitlilik göstermiş.

şekil:44







şekil:45 Kilisenin basamakları
Yapılar Kapadokya'nın topoğrafyasından yararlanılarak yapılmış kaya oyma yapıların yanı sıra, yığma taş yapılar ve bu ikisinin karışımından oluşmakta. Biz bu bölgede bulunan kamusal yapılardan 1729 yılında inşa edilmiş Konstantin -  Eleni  Kilisesini gezdik. Kilise sokak kotunun altında bulunup kiliseye yarım daire şeklindeki basamaklarla iniş sağlanıyor (şekil: 25) Bu kilise kraliyet ailesinden olan Konstantin ve Helana'nın Kilisesi olarak I. Sultan Ahmet zamanında yapılmış olup I. Abdülmecid zamanında ise tezyin edilmiş. Üç nefli bazilikal planlı bir yapıya sahip ve yapı malzemesi olarak düzgün kesme taş kullanılmış. Şekil:   olduğu gibi revaklı bir girişe sahip.

şekil:46 Kilisenin cephesi

şekil:47 Kapısı
şekil:48
Yandaki fotoğrafta (şekil: )  kapı üzerinde Ortodoks hacı ve kenarlarında yuvarlak birbirinden farklı motifler var. Bunlar dört İncil yazarını simge etmekteymiş. Hacın iki yanında ise iki kanatlı iki büyük melek Gabriel ve Michael sembolize edilmiş. Ana giriş kapısının iki yanında ise altı kanatlı melek sembolize edilmiş ancak baş kısımları tahrip edilmiş. Kapının çevresinde ise yine kök boyalarla yapılan süslemeler ile oluşturulmuş şekilde, haç sembolizmi yapılmış. İç mekanda ise bu kök boyalarla yapılan süslemeler bulunuyor ancak tahrip edilmiş bir kısmı da nemden dökülmüş. Üç nefli kilisenin yan nefleri ise ana nefe göre daha alçak ve soldaki neften kadınlara ait olan galeriye çıkış sağlanıyor.

şekil:49 Ana apsis 


şekil: 50 Ana nef
şekil:51 Yan nef


























şekil:53 üst galeriden yan nef görünümü
şekil:52 kök boyalarla yapılan süslemeler 

























şekil: 54

şekil:55 Topakoğlu Konağı





Kiliseden çıktıktan sonra kilisenin hemen güneydoğusunda yer alan Topakoğlu Konağını gözlemledik. İki kattan oluşan bu konak özellikle taş oymacılığı ile dikkat çekiyor. Kemerlerin arasında palmiye dalını andıran kabartma ve kemerlerin ortasında birer rozet kabartması bulunuyor. Yine özellikle pencere üstlerinde ve iki kat arasında palmiye deseni kullanılarak süslemeler yapılmış.  Yapı şuan fiziksel olarak kötü durumda olduğundan kullanılmıyormuş.







şekil.56










şekil:57

Konağın hemen yukarısında ise 1900 yılında yapılan bir Sıbyan Mektebi (Mehmet Şakir Paşa 
Medresesi) bulunuyor. Cumhuriyet Meydanı'na bakan kesme taş yapı Mehmet Şakir Paşa tarafından yapılmış. Yapı sonradan kamulaştırılmış. İlkokul (sıbyan) ve ortaokul (rüştiye) olarak inşa edilmiş ve arazi eğimine göre şekillenmiş. Mektebin özellikle taş oymalı taç kapısı dikkat çekiyor. Buradan da bu medresenin 12. yüzyıla tarihlenen bir Selçuklu Medresesi olduğunu söyleyebiliriz. Taç kapının bu sonsuz geometrik süslemeleri, Allah'ın sonsuzluğunu ifade emek içinmiş.  Kapının iki tarafında bulunan sütunlar ise yapının ekseninde kayma olup olmadığını bildirmek için kendi ekseni etrafında dönebilme özelliğine sahip. Eğer sıkışıp dönmezlerse buradan yapıda herhangi bir problem olduğunu anlayabiliriz. Bu taç kapıdan, etrafı iki katlı dersliklerle çevrili avluya giriş sağlanıyor. Yapı şuan meslek okul olarak kullanılmaktaymış.


şekil: 58 Mektebin giriş kapısı
şekil:59 sütunlar 
şekil:60 avlu
şekil:61 derslik











































şekil:62

şekil:63 oturma birimleri
şekil:64  Restauranta giriş

Mustafapaşa'dan ayrıldıktan sonra öğle yemeği için Avanos Sarıkaya Restaurant'a gittik. Bu restaurantın en önemli özelliği kayanın oyulması ile oluşturulmuş bir mekan olmasıydı. Kayadan oyma mekan olduğu için de dışarıdaki ve içerideki sıcaklık farkı çok fazla idi. Restaurantın içi oldukça serin ve nemliydi. İç mekan dairesel olup merkezdeki müzik dinletilerini, etkinlikleri vs. daha iyi görebilmek ve sesi daha iyi duyabilmek için oturma birimleri kademelendirilmişti.


şekil:65   iç mekan



şekil:66 Halı iskeletleri
şekil:67
Öğle yemeğinin ardından dünyaca ünlü Türk
halılarının sergilendiği bir Halı Dokuma Atölyesi'ne gittik. Burada ilk olarak halıların nasıl dokunulduğunu görüp bu konuda bilgilendirildik. Burası 1987'den beri var olan 4500 dokumacı mezun etmiş bir işletme imiş. Halı dokuma işlemine çözgü denilen, tezgaha halı iskeletini yerleştirerek başlıyor. Daha sonra dokuyacakları halı şeklinin resmine bakarak iskelete, ilme (düğüm) atılarak sıra sıra dokuma işlemini gerçekleştiriliyor. Resimdeki her bir kare (piksel gibi düşünebiliriz) de bir ilme demekmiş. Düğüm atıldıktan sonra ip kesiliyor ve aynı sıradaki başka bir düğüme geçiliyor. Bir sıradaki ilme atılma işlemi tamamlandıktan sonra halının atkısı denilen kat atılıp, sıkıştırılıyor ve son olarak ise tıraşlanıyor. Halı yapımında önemli olan şey halının ebadından ziyade halının kaç pikselden oluştuğu imiş, yani ilme sayısı.


şekil:68 sergilenen halılar


şekil:70
şekil:69 İsa'nın son yemeğinin dokunduğu halı





















şekil:71 Güvercinlik Vadisi

şekil:72
Halı Dokuma Atölyesi'nin ardından Güvercinlik Vadisini gezmek üzere yola çıktık. Bölgede çok fazla güvercin bulunduğu için vadi bu ismi almış. Güvercinler o dönemde üç önemli özelliğe sahip imiş. Bunlardan biri haberleşme aracı olarak kullanılmalarıymış. Bir diğeri ise, bölgede yaşayan Hristiyanlar'ın bu güvercin etlerini yiyor olmasıymış. Bununla birlikte Hristiyanlar, bu kuşların yumurtalarını da kilise resimlerinin alçılarında kullanıyormuş. En önemli sebeplerinden bir diğeri ise, halk bu güvercinleri besleyip onların gübrelerinden faydalanıyormuş. Gübrelerin enerjisi çok yüksek olduğu için bölgede yaşayan halk onları bağlarında kullanıp karşılığında daha yüksek verim alıyorlarmış. Vadi, 4100 metre uzunluğa sahip imiş ve iki giriş noktası bulunuyormuş.

şekil:73 Vadi

















şekil:74  Uçhisar Kalesi
şekil:75 kalenin iç mekanı

Buradan çıkıp Uçhisar'a  Uçhisar Kalesini görmek için gittik.  Uçhisar; kayadan oyma evleri, kalesi, butik otelleri ve restaurantları ile birlikte son yıllarda gözde olmuş. Uçhisar, Persler'in kral yolu ve Selçuklular'ın ipek yolu üzerine kurulmasıyla bölgenin en stratejik noktasıymış. Uçhisar kalesi ise bölgenin en önemli panoramik seyir noktasıymış.  Kale aslında birbirine yakın iki büyük peri bacasından oluşuyormuş. Yeri halk, bunlardan büyük olanına Ağanın Kalesi, küçük olanına ise Çavuşun Kalesi diyormuş. Kalenin merdivenleri çok dik ve tehlikeli olduğu için çoğu insan kaleye çıkmayı pek tercih etmiyor. Ayrıca geçen senelerde bir turist buraya çıkarken düşmüş ve hayatını kaybetmiş. Ben de kalenin iç mekanını merak ettiğim için belli bir yere kadar çıktım. Kale içinde bir takım oyma mekanlar bulunuyor. Bunlar; sığınak, depo, mahzen, mezar, sarnıç vs. olarak kullanılan odalarmış. Ayrıca kalenin zirvesine kadar çıkmış olmasam da çıktığım noktadan bile manzara gerçekten harikaydı.

şekil:76 kaleden panoramik görüntü
şekil:77 başka bir açıdan panorama

















  • 4. Gün  (14 Ağustos 2016) 
şekil:78
Gezimin 4. günü, Yeniçerilerin de Piri Hacı Bektaş-ı Veli'nin de türbesinin bulunduğu Hacıbektaş ilçesini gezmek üzere yola çıktık. Hacı Bektaş-ı Veli, Orta Asya'daki Şamanistlerin Müslüman olmasını sağladı için bu bölge için önemli bir kişiymiş. Bunu yaparken de yepyeni bir din yerine, İslam ve Şaman dininin karışımı (Bektaşilik) bir din sunmuş. Burada 4 kapı ve 40 makam esasına dayanan bir okul kurmuş ve her kapıda 10 tane öğreti bulunuyormuş.

Devşirmelik ve Bektaşilik arasında bir bağ varmış. Osmanlıda vergi olarak her Hristiyan aileden küçük yaşta bir çocuk alınıp Türkleştiriliyormuş ve yeniçeri olarak yetiştirilen çocukların hepsi Bektaşi olarak yetiştiriliyormuş. Yani sarayı, sultanı, halifeyi koruyan asker Bektaşi imiş. Çünkü yeniçeri de Türk olursa iktidara sahip olan kişi de Türk olduğundan dolayı ayaklanmalar çıkabilir ve iktidara sahip çıkmak isteyebilirlermiş. Müslüman yetiştirilmemesinin de sebebi halifelikte hak iddia edecek olmasıymış. Bu yüzden de devşirme olarak alınıp Bektaşi olarak yetiştiriliyormuş. 

şekil:79
Dilimize geçen bir takım deyimler de Bektaşilik'den gelme imiş. Örneğin, kulağı kesiklerden olmak.
Açıklaması ise; Bektaşiler dergaha girdikten sonra kulaklarına küpe takılırmış. Eğer ailenin tek çocuğu veya ailenin geçimi sağlayan çocuk ise bu kişi, küpeyi diğerlerinden farklı olarak diğer kulağına takarmış ve komutanları da bu kişilere daha özenli davranırmış. Ama eğer bir hata yaparsa bu kişi, kupe kulağından çekilerek çıkarılırmış. Papucu dama atılmak deyimi ise; lonca teşkilatı içinde hile yapılırsa, yapan kişi yatırılıp papuçları çıkarılır dama atılırmış. 

şekil:80 Üçler çeşmesi
Araçtan indiğimizde bizi Hacı Betaş-ı Veli'nin heykeli karşılıyor. Müze üç avludan oluşuyor. Kapıdan giriş yaptığımız ilk yer nadar avlusu. Bu avluda üçler çeşmesi bulunuyor. Suyun kutsal ve şifalı olduğu düşünüldüğü için, ziyarete gelenler buradan su alıyorlar. Bu çeşme, üçlemeyi (Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ali'yi) simgeliyormuş. Çeşmenin yukarısında ise iç içe geçmiş iki üçgen bulunuyor. Bu da Süleyman yıldızıymış. Ortasındaki gül, Hz. Muhammed'i, bir ucu aşağı bir ucu yukarı bakan üçgen de zıtlıkların birlikteliğini (iyi-kötü) simgeliyormuş. 
şekil:81 Süleyman Mührü

şekil:82 Nadar avlusu






























şekil:83 meydan
şekil:84 Kahveci dede mezarı
şekil:85 Çeşme
Bu avludaki kapıdan giriş yaptığımızda ise diğer bir avluya çıkıyoruz. Bu avluda da yine üçleme yapılmış bir çeşme, ortada ise aslan var. Allah'ın aslanı Hz. Ali olduğu için aslan başlığı konulmuş. Çeşmenin dolu kemerleri iç içe geçmiş şekilde ve yine üç tane. Orta kısımlarında ise teslim taşı bulunuyor. Dergaha girenler boyunlarına on iki köşeli teslim taşı takarlarmış. Bu da onların Hak yoluna girdiklerini onu temsil ettiklerini simgeliyormuş. Burada bir de bir mezar bulunuyor. Kahveci dedenin mezarıymış. Kahveci dede, dergaha gelenlere her gün kahve pişirirmiş ve demiş ki, 'ben cezvenin içinde kaşığı her oynattığımda ses çıkartarak buradakileri rahatsız ettim, ben öldüğümde de beni buraya gömün ki insanlar mezarımı her çiğnediğinde ben o rahatsızlığı, gürültüyü duyayım.'


şekil:86 Hacı Bektaş- Veli 


Yandaki resim ise Hacı Bektaş-ı Veli'nin sözlerini içeren bir tabela. Bunun hemen yan tarafında ise İnsan Hakları Bildirgesi bulunuyor. Aralarında 7 yüzyıl olmasına rağmen, bazı maddeler birbirlerine çok benziyor. 













şekil:87 kara kazan 
şekil:88 et doğrama masası

Buradan aş evine girdik. Aş evi Bektaşilikte önemli imiş. İlk öğretiler mutfakta başlıyormuş. Kara kazan da yemekler pişiriliyormuş. 
Kara kazanın üstündeki geyik kafası ise bereketi simgeliyormuş. Etler ise sekil:  'de görüldüğü gibi mermer bir masada kesiliyor ve buradaki delikten etin suyunun akması sağlanıyormuş.









şekil:89 sofra adabı
şekil: 90 kiler odası

Sofra adabı da çok önemli olduğu için onun da eğitimi verilirmiş. Yemekte biri öksürürse veya herhangi bir sebepten ötürü yemeğe ara verirse, sofradaki diğer insanlarda tahta kaşıklarını ters çevirip beklerlermiş. Çünkü aynı ritimde, aynı ölçüde yenirmiş böylece biri diğerinden fazla yememiş olurmuş. 




şekil:91  meydan

şekil:92 Meydan evi







Aş evinden çıkıp meydan evine girdik.  Burada on iki post blunuyor ve on iki imamı temsil ediyormuş. Semah bu odada yapılıyormuş. Bununla birlikte sorunları tartışma gibi işlevler de bu odada gerçekleştiriliyormuş. 
şekil:93 kırlangıç tavan sistemi
Cem odasında tavana baktığımızda 7 kattan oluştuğunu görüyoruz. Bu da arşın 7 katını temsil ediyormuş. Kırlangıç tekniği deniyormuş bu tavan sistemine.


şekil:95 dergahların giyisisi ve
boyunlarına astıkları teslim taşı



şekil:94 dergahların oturduğu bölümler
















şekil:96 Pir Evi












Buradan çıktıktan sonra da üçüncü avlu olan Hazreti avlusuna geçtik. Burada bulunan Pir evine girdik. Pir Evi, 13-16. yüzyıl  arasında tesis edilmiş bir yapılar topluluğu. İçerisinde; çilehane, mescit, kırklar meydanı, hazire, Güvenç Abdal Türbesi ve Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi yer alıyor. 

Kapının girişinde çilehane (kızılca halvet) bulunuyor. Dervişler manevi yetkinliğe ulaşabilmek için kendilerini dünyevi ihtiyaçlardan yoksun bırakıyormuş. İbadet araçları dışında hiçbir şey bulunmuyormuş, yemek ve su dışarıdan veriliyormuş. Hacı Bektaş-ı Veli'nin kırk gün kırk gece burada kaldığı biliniyor.

şekil:97 Çilehane















şekil:98 Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi











Çilehaneden sonra Hacı Bektaş-ı Veli Türbesine girdik. Özellikle buradaki gezimiz boyunca eşiklere basmamaya özen gösterdik. Bununda sebebi, Hz. Muhammed'in  'Ben ilmin kapısı isem Hz. Ali de eşiğidir.' demesiymiş. Türbe, Selçuklu mimarisi tarzında inşa edilmiş. Kare bir plana ve yüksek kubbeye sahip. Kareden kubbeye geçiş, üçgen şeklindeki elemanlarla sağlanmış. Ayrıca duvar ve kubbede kalem işi motifler oldukça dikkat çekiyor. 
şekil:99 türbenin giriş kapısı























şekil:101 Hacı Bektaş-ı Veli türbesinin
orijinal gümüş ilk kapısı (miladi 1610)
şekil:100























şekil:102 Türbe önündeki ağaç




şekil:103 Balım Sultan Türbesi

Balım Sultan Türbesi'nin önündeki bu ağaçta zıtlıkların birlikteliğini göstermekteymiş. Bir tarafı yeşilken bir tarafı kuru.
Balım Sultan ise Hacı Bektaş-ı Veli öldükten sonra dergahın başına geçen kişi.










şekil:104 Paşabağı
Hacıbektaş'daki gezimizin ardından diğer bir duraklama noktamıza doğru yola çıktık. Yeni durağımız, Paşabağı. En yüksek ve en büyük peri bacalarının olduğu yermiş. Bununla birlikte keşişler inzivaya çekilip uzunca süre burada kalırlarmış. Ayrıca birkaç baştan oluşan peri bacalarını da bu bölgede görüyoruz. Ben de burada, peri bacalarının arasında gezip, bazılarının içine girip hatta bazılarının da üstüne tırmandım. Yaşadığım en güzel deneyimlerin bir kısmına burada sahip oldum.

şekil:105  Bazalt-tüf ayrımının belirginliği


şekil:107 Bir peri bacasının içinden manzara
şekil:106







şekil: 108


şekil:109

şekil:110

Yandaki resimde iyice incelen tüf tabakasının üzerindeki bazalt tabakasını görüyoruz. Bazalt, tüfe göre daha sert ve dayanıklı olduğu için zaman içinde böyle bir görüntü oraya çıkıyor.

şekil:111 Peri bacasının içine oyulmuş nişler















şekil:112 Peri bacalarının üstünden, Paşabağı



şekil:113  Onxy taşı
şekil:114 taşın şekillendirilmesi














Buradaki gezimizin ardından onxy taş atölyesine gittik. Öncelikle bu taş hakkında bilgi alıp taşın atölyede nasıl şekillendirildiğine dair uygulamaları gördük. Daha sonrada onxy taşından yapılan eşyaları ve takıları görmek üzere mağaza bölümüne geçtik. Onxy taşının en önemli özelliği ışığı geçiriyor olmasıymış. Beyaz, sarı, kırmızı ve yeşil renklerde olabiliyormuş. Yeşil renkli olan onxy taşı, daha da derinden çıkartıldığı için diğerlerine göre daha değerliymiş.

Yapım aşaması ise, taşı önce belli ebatlarda kesip makine (torna makinesi)  yardımıyla şekil veriyorlar. Daha sonra onxy taşını yüzeyindeki pürüzlerden arındırmak amacıyla su ve zımpara kullanılıyor. En son işlem olarak da taşın parlaklık kazanması için; gümüş, bakır ve kalay karışımını kullanıyorlar. 



şekil:115 taşın zımparalanıp parlatılması



























  • 5. Gün   (15 Ağustos 2016)

şekil:116 Üç Güzeller
Gezimin son gününe Üç Güzeller'i ziyaret ederek başladım. Buraya Üç Güzeller denmesinin sebebi ise, yan yana üç tane peri bacasının bulunmasıymış. Hatta biri diğerlerinden büyük olduğu için, anne-baba-çocuk olarak da benzetilirmiş. Bu üç peri bacasının arasından Erciyes Dağını da görebiliyoruz.





şekil:117 Üç Güzeller, Erciyes Dağı



şekil:119
şekil:118  Çömlek yapımı
Üç Güzeller'den ayrıldıktan sonra, bir çömlek atölyesine gittik. Ali Usta, bize çömlekçilik hakkında bilgiler verdi. Çömlek yapımı M.Ö 1800'lerde Hititler'den kalma bir sanatmış ve zaman içinde babadan oğula, dededen toruna aktarılmış. Kızılırmak'ı ikiye bölen bölgenin bir kısmında, Aksaray'daki volkanik Hasan Dağı'nın patlaması sonucu etrafa yayılan tüfler beyaz kili oluşturmuş ve bu beyaz kil, (beyaz çamur, porselenin ana maddesi) bu bölgede çinicilikte kullanılıyormuş. Irmağın diğer kısmından ise, kırmızı toprağın ana maddesi bulunuyormuş. Bu toprağın oluşumu da Kayseri'deki Erciyes Dağının son patlaması sonucu oluşmuş. Bu topraklar, yapılacağı ürüne göre farklı farklı karışımları içeriyormuş. Örneğin, testinin yapımı ile çömleğin yapımı farklı. Bu karışımlar, bir gün boyunca havuzlarda bekletilip toprağın erimesi sağlanıyormuş. Eridikten sonra, insan gücüyle yoğurulup değirmenlerden geçiriliyormuş. Böylece çamur homojen bir hal alıp elastikleşiyormuş. Elastik bir hal alan çamura, bilye üzerinde merkez kaç kuvvetinin etkisiyle şekil veriliyor. Daha sonra ise 4-5 gün serin yerde kurutulması sağlanıp kara fırınlarda odun ve talaş yardımı ile pişiriliyormuş. Ürün fırından çıktıktan sonra üzerleri boyanıp işlem görecek olanlar, oksit ve mineral boyalarla şekil veriliyormuş. Bu bilgilerin ardından mağazayı gezip bende birkaç adet çömlek aldım.


şekil:120























şekil:121
Çömlek atölyesinden sonra, Kızıl Çukur - Güllü Dere Vadiyi görmeye gittik. Vadi dediğimiz için buradan önceden nehir aktığını söyleyebiliriz. Bu yüzden de bu bölgedeki tüm vadilerin yönü Kızılırmak'a bakıyormuş. Peri bacalarının üzerinde görünen farklı renkler burada açıkça görülüyor, kırmızı (demir), sarı (kükürt), açık yeşil (bakır) olarak. Özellikle gün batımında bu vadi kızıla büründüğü için çok güzel bir manzaraya sahip oluyormuş. Biz gün batımında gelemediğimiz ve zamanımızın kısıtlı olmasından dolayı bu manzaradan mahrum kaldık.

şekil:122


şekil:123 























şekil:125 Kızlar Manastırı, içerisinde kırmızı motifler
olduğu için böyle denilmiş.
şekil:124






































Vadiyi gördükten sonra
Göreme Açık Hava Müzesini ziyaret etmek için yola çıktık. Burası aslında Göreme Vadisi imiş. Yerli ve yabancı turist açısından da önemli bir ziyaret alanı. Burada yan yana birçok kilise bulunmakta. Bunun da sebebi özellikle 8 ile 11. yüzyıl arasında din eğitimi almak için buraya geliyorlarmış ve kapasite arttıkça daha fazla kilise yapılmaya başlanmış. Ayrıca  yapılan kiliselerden hep daha iyisi daha da güzeli yapılmaya çalışılıyormuş. O dönemde birçok kişinin inzivaya çekildiği bir alanmış burası. Bölgedeki diğer kiliselere göre buradaki freskler günümüze kadar gelmiş ve iyi bir şekilde korunmuş. Kilise içlerinde; İsa'nın çarmıha gerilmesi, müjde sahnesi (Cebrail'in İsa'nın doğumunu Hz. Meryem'e müjdelemesi), Betüllahim'e yolculuk (0-3 yaşındaki erkek çocukların öldürülmesi emredilince askerler Beytüllahim'e gidiyor), İsa'nın doğum sahnesi, üç müneccim, Mısır'a kaçış (İsa'nın öldürülmesi emri üzerine İsa Mısır'a kaçırılıyor), vaftiz sahnesi, başkalaşım sahnesi (İsa'nın yüzü tanınmak için başkalaşım geçiriyor), Judas'ın ihaneti (12 haverilerinden biri ve İsa'ya ihanet ediyor), son yemek gibi sahneler işlenmiş. Ayrıca Aya Yorgi olarak bilinen  St. Georgios bölgenin önemli bir azizi olduğu için onunda freskleri (at üzerinde mızrakla ejderhaya karşı savaşıyor ve savaşı kazanıyor) bulunuyor.



şekil:126 Aziz Basil Şapeli






şekil:127 Meryem ana ve çocuk İsa sembolü





şekil:128 Mezar bölümleri




şekil:129 Azize Barbara Şapeli
şekil:130 Azize Barbara Kilisesi'nin içinden motifler


11. yüzyıla tarihlenen bu kilisede söz konusu olan süsleme değil, anlaşılması son derece güç olan bir dizi karmaşık kompozisyon. Daha çok ikonolastik dönemin soyutlama yöntemine bağlı kalmış gibi görünüyor. Dört üçgen tarafından çevrili haç motifi İsa ve İncil yazarlarını tasvir ediyormuş. 





şekil:131





















şekil:132 Elmalı Kilise


şekil:133






şekil:134 Ana kubbe, İsa tasviri
Elmalı Kilise 11. yüzyıla tarihlenmekte ve freskleri hala kalıcı. Dokuz kubbeli ve üç apsise sahip. Kilisenin ilk süslemeleri, Azize Barbara ve Aziz Basil şapelleriinde olduğu gibi doğrudan duvara kırmızı boyalarla yapılan haç ve geometrik motiflermiş. Daha sonradan muhtemelen ikona kırıcılık dönemden sonra bu şekilde kök boyalarla tasvirler yapılmış.



şekil:135

Depo, kiler, yemekhane bölümleri de varmış. Buralarda yiyecekler depolanır, yemekler ortadaki ocakta pişirilir ve kayadan oyma masalarda yemek yenirmiş.




şekil:136 küçük aydınlatma nişleri yer alıyor

şekil:137 yemek yeme bölümü

şekil:138 yemek yeme bölümü























şekil:139
şekil:140 Malta Haçlı Kiliseye çıkış




















şekil:141 Malta Haçlı Kilise'nin içi





















şekil:142 kapısı



şekil:143 kilisenin apsis kısmı













şekil:144 Azize Catherine Şapeli
şekil:145 iç mekanı
şekil:146 kubbesi













































şekil:147 Çarıklı Kiliseye çıkış
şekil:148 Çarıklı kilise, apsis
























şekil:149 Çarıklı Kilise'nin yemek yeme  bölümü 
şekil:151 kubbe
şekil:150 çarmıha gerilme sahnesi



şekil:152 Tokalı Kilise

şekil:153

Tokalı Kilise, 9. yüzyılda kazılmış bir kiliseymiş. Beşik tonozlu geniş bir naosa sahip. Bölgenin en eski kaya kilisesi olarak bilinen kilise 4 mekandan oluyor. Tek nefli eski kilise, yeni kilise, eski kilisenin altındaki kilise ve yeni kilisenin kuzeyindeki yan şapel. Burada da İsa'nın hayat döngüsünü içeren sahneler bulunuyor. Bunlarla birlikte İmparator Konstantin'in de bulunduğu aziz figürleri yer alıyor.


şekil:154 Eski kilisenin altıdaki kilise
şekil:155
şekil:156

























Açık Hava Müzesinin ardından Dervent Vadisine geçtik. Buradaki kayaların hepsini bir şeye benzettikleri için Hayal Vadisi de deniliyor. En belirgin kaya deveye benzediği için Develi Vadisi olarak da adlandırmışlar burayı.

şekil:157  Deve 
şekil:158 Dans eden çift
şekil:159
şekil.160


Son durak olarak, Avanos'a gidip Kızılırmak'ın kenarında yürüyüş yaptık.


Pencere kısmından pathfinder seçeneği ile girerek açılan pencereden birleştirme, bölme, kesme, çıkarma vs. gibi işlemleri yapabiliriz. Bunun için bu işlemlerin gerçekleştireleceği iki şekil seçilmelidir.





































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder